“Ben hâlâ ‘özü’ hayatta tutmayı ve ailemle kaliteli vakit geçirmeyi tercih ediyorum.” Katalan sinemacı Carla Simón, 2022 Berlinale’den Altın Ayı büyük ödülü ile ayrılan ilk Katalanca film unvanlı ‘Alcarrás’ın ardından son kısa film projesi ‘Carta a mi madre para mi hijo ̓ ile karşımızda.
RÖPORTAJ MERVE ARKUNLAR YAZI GÜNEŞ SÖNMEZ
Yapımcı, yönetmen ve yazar Carla Simón’un filmlerinde seyircisine fazlasıyla tanıdık gelen bir samimiyet ve sıcaklık var. 1986 doğumlu Katalan yönetmenin ilk filmi Estiu 1993 (93 Yazı) 2017’de gösterildiği festivallerde büyük beğeni topladı, 2017 Berlin Uluslararası Film Festivali’nde ‘Generation Kplus’ ve ‘En İyi İlk Film’ kategorilerinde kazandığı ödüllerin ardından İspanya’nın o seneki Yabancı Dilde En İyi Film Oscar aday adayı oldu. Pandemi dolayısıyla yapım süreci aksamaya uğrayan Alcarrás ise 2022 Berlinale’den Altın Ayı Büyük Ödülü ile ayrılan ilk Katalanca film olma şansını yakaladı. Süslü kelimeleri takip eden çok sayıda ödül ve görsel efektin insan değerini belirlediği bir dönemin büyüsünü yaşıyor olmasına rağmen Carla, katıldığı etkinliklerde sergilediği tüm içtenliğiyle ‘ödüllü bir yönetmen’ olarak değil, anlatılacak hikâyelerin ve keşfedilecek dünyaların heyecanını hâlâ içinde taşıyan bir sanatçı olarak karşımızda beliriverdi.
Yapay zekânın gelişimiyle birlikte insan eli değmeden ortaya çıkan orijinal hikâyelerin dolaşıma girebildiği bir döneme tanıklık ediyoruz. Bir senaryo metnini dahi storyboard’laştırabilen, onu animasyona dönüştürebilen yapay zekânın yaygınlaştığı zamanlar. İnsanların ona yedirdiği veriyi yeterince analiz eden yapay zekânın ortaya çıkardığı senaryoyu CGI ile hareketli imaja dönüştürmek, ekrana (neredeyse) tamamen insan eli değmemiş bir eser yansıtmak mümkün. İnsan katkısının geri çekildiği bir ortamda insanlara özgü hikâyeler anlatma fikri sizin kulağınıza asıl geliyor? Bir yapay zekâ ile birlikte sanatsal üretim yapmak ister miydiniz?
Umuyorum ki böyle bir teknoloji gelişirse, insanların izlediği tek şey bu olmaz. Çünkü bu işi insanlarla birlikte yapmak benim için çok önemli. Bana kalırsa sinemanın en güzel yanı, bir şeyleri ne kadar kontrol etmek isterseniz isteyin sürecin gelişimini tamamiyle kontrol altına alamamanız, ve sonunda yakalamaya değer bir görüntünün kameraya yansıması. Programlanmış bir konseptte her şey kontrol altında olacağından dolayı bu organik duyguyu yakalayamazsınız. İnsanların arasında gelişen duygular, oyuncuların arasında gelişen akış, çekim öncesi planlayabileceğiniz bir şey değil ve benim için işin en özel kısmı bu. Çekim sırasında senaryoda var olma- yan bir şey aniden kamera karşısında meydana gelebilir. İşte bu kâğıda dökülmeyen, doğaçlama kısımlar yakalamaya değer ve hayatın kendisini temsil ediyor. Asıl önemli olan bu. Evet, bahsettiğimiz teknolojik gelişmeler bazı hikâyelere fark katabilir, fakat insanı ve hayatı keşfettiğimiz, anlattığımız hikâyelerde durum çok daha karmaşık.
Parçası olduğunuz Women’s Tales projesine geri dönecek olursak, toplumun ve bu proje özelinde sinemanın kadın anlatılarına son dönemde giderek daha çok açılmasını nasıl yorumluyorsunuz? Sizce bu açıklığın içerdiği potansiyeller ve sınırlar neler?
Ben bunu tarihsel bir adaletsizliği düzeltmek olarak görüyorum. Sinema oldum olası erkek egemen bir sektördü ve hikâyeler her zaman erkeklerin perspektifinden anlatıldı. Ve sonunda kadınlar da sinema dünyasına giriş yapıyor. Eğer dünyanın yarısı isek, bu aynı zamanda anlatılacak hikâyelerin de yarısı olduğumuz anlamına gelir. Daha tam olarak istediğimiz noktada değiliz, daha çok çalışmamız gerekiyor ama doğru bir yoldayız ve o yolda ilerliyoruz. Sadece kadın yönetmenler değil aynı zamanda kadın hikâye anlatıcıları olmamız çok önemli hem kadınları hem de erkekleri temsiliyetimiz açısından. Erkeklerin kadın karakterleri yazma biçiminden dolayı hep şikâyet ediyoruz, ve unutmamalıyız ki bizim erkekleri temsil etme biçimimiz de aynı şekilde önem arz ediyor. Film sektöründeki kadınlar olarak bazen kendi aramızda hep aynı cinsiyet temelli sorulara cevap vermekten ne kadar sıkıldığımızı konuşuyoruz. Evet bu çok yorucu fakat gelecek nesillerin önünü açmak, onlara bu soruların ötesini gösterebilmek için her zaman yanıt vermemiz gerekiyor.
“Ben hâlâ ‘özü’ hayatta tutmayı ve ailemle kaliteli vakit geçirmeyi tercih ediyorum.” Katalan sinemacı Carla Simón, 2022 Berlinale’den Altın Ayı büyük ödülü ile ayrılan ilk Katalanca film unvanlı ‘Alcarrás’ın ardından son kısa film projesi ‘Carta a mi madre para mi hijo ̓ ile karşımızda.
RÖPORTAJ MERVE ARKUNLAR YAZI GÜNEŞ SÖNMEZ
Yapımcı, yönetmen ve yazar Carla Simón’un filmlerinde seyircisine fazlasıyla tanıdık gelen bir samimiyet ve sıcaklık var. 1986 doğumlu Katalan yönetmenin ilk filmi Estiu 1993 (93 Yazı) 2017’de gösterildiği festivallerde büyük beğeni topladı, 2017 Berlin Uluslararası Film Festivali’nde ‘Generation Kplus’ ve ‘En İyi İlk Film’ kategorilerinde kazandığı ödüllerin ardından İspanya’nın o seneki Yabancı Dilde En İyi Film Oscar aday adayı oldu. Pandemi dolayısıyla yapım süreci aksamaya uğrayan Alcarrás ise 2022 Berlinale’den Altın Ayı Büyük Ödülü ile ayrılan ilk Katalanca film olma şansını yakaladı. Süslü kelimeleri takip eden çok sayıda ödül ve görsel efektin insan değerini belirlediği bir dönemin büyüsünü yaşıyor olmasına rağmen Carla, katıldığı etkinliklerde sergilediği tüm içtenliğiyle ‘ödüllü bir yönetmen’ olarak değil, anlatılacak hikâyelerin ve keşfedilecek dünyaların heyecanını hâlâ içinde taşıyan bir sanatçı olarak karşımızda beliriverdi.
Yapay zekânın gelişimiyle birlikte insan eli değmeden ortaya çıkan orijinal hikâyelerin dolaşıma girebildiği bir döneme tanıklık ediyoruz. Bir senaryo metnini dahi storyboard’laştırabilen, onu animasyona dönüştürebilen yapay zekânın yaygınlaştığı zamanlar. İnsanların ona yedirdiği veriyi yeterince analiz eden yapay zekânın ortaya çıkardığı senaryoyu CGI ile hareketli imaja dönüştürmek, ekrana (neredeyse) tamamen insan eli değmemiş bir eser yansıtmak mümkün. İnsan katkısının geri çekildiği bir ortamda insanlara özgü hikâyeler anlatma fikri sizin kulağınıza asıl geliyor? Bir yapay zekâ ile birlikte sanatsal üretim yapmak ister miydiniz?
Umuyorum ki böyle bir teknoloji gelişirse, insanların izlediği tek şey bu olmaz. Çünkü bu işi insanlarla birlikte yapmak benim için çok önemli. Bana kalırsa sinemanın en güzel yanı, bir şeyleri ne kadar kontrol etmek isterseniz isteyin sürecin gelişimini tamamiyle kontrol altına alamamanız, ve sonunda yakalamaya değer bir görüntünün kameraya yansıması. Programlanmış bir konseptte her şey kontrol altında olacağından dolayı bu organik duyguyu yakalayamazsınız. İnsanların arasında gelişen duygular, oyuncuların arasında gelişen akış, çekim öncesi planlayabileceğiniz bir şey değil ve benim için işin en özel kısmı bu. Çekim sırasında senaryoda var olma- yan bir şey aniden kamera karşısında meydana gelebilir. İşte bu kâğıda dökülmeyen, doğaçlama kısımlar yakalamaya değer ve hayatın kendisini temsil ediyor. Asıl önemli olan bu. Evet, bahsettiğimiz teknolojik gelişmeler bazı hikâyelere fark katabilir, fakat insanı ve hayatı keşfettiğimiz, anlattığımız hikâyelerde durum çok daha karmaşık.
Parçası olduğunuz Women’s Tales projesine geri dönecek olursak, toplumun ve bu proje özelinde sinemanın kadın anlatılarına son dönemde giderek daha çok açılmasını nasıl yorumluyorsunuz? Sizce bu açıklığın içerdiği potansiyeller ve sınırlar neler?
Ben bunu tarihsel bir adaletsizliği düzeltmek olarak görüyorum. Sinema oldum olası erkek egemen bir sektördü ve hikâyeler her zaman erkeklerin perspektifinden anlatıldı. Ve sonunda kadınlar da sinema dünyasına giriş yapıyor. Eğer dünyanın yarısı isek, bu aynı zamanda anlatılacak hikâyelerin de yarısı olduğumuz anlamına gelir. Daha tam olarak istediğimiz noktada değiliz, daha çok çalışmamız gerekiyor ama doğru bir yoldayız ve o yolda ilerliyoruz. Sadece kadın yönetmenler değil aynı zamanda kadın hikâye anlatıcıları olmamız çok önemli hem kadınları hem de erkekleri temsiliyetimiz açısından. Erkeklerin kadın karakterleri yazma biçiminden dolayı hep şikâyet ediyoruz, ve unutmamalıyız ki bizim erkekleri temsil etme biçimimiz de aynı şekilde önem arz ediyor. Film sektöründeki kadınlar olarak bazen kendi aramızda hep aynı cinsiyet temelli sorulara cevap vermekten ne kadar sıkıldığımızı konuşuyoruz. Evet bu çok yorucu fakat gelecek nesillerin önünü açmak, onlara bu soruların ötesini gösterebilmek için her zaman yanıt vermemiz gerekiyor.
“Ben hâlâ ‘özü’ hayatta tutmayı ve ailemle kaliteli vakit geçirmeyi tercih ediyorum.” Katalan sinemacı Carla Simón, 2022 Berlinale’den Altın Ayı büyük ödülü ile ayrılan ilk Katalanca film unvanlı ‘Alcarrás’ın ardından son kısa film projesi ‘Carta a mi madre para mi hijo ̓ ile karşımızda.
RÖPORTAJ MERVE ARKUNLAR YAZI GÜNEŞ SÖNMEZ
Yapımcı, yönetmen ve yazar Carla Simón’un filmlerinde seyircisine fazlasıyla tanıdık gelen bir samimiyet ve sıcaklık var. 1986 doğumlu Katalan yönetmenin ilk filmi Estiu 1993 (93 Yazı) 2017’de gösterildiği festivallerde büyük beğeni topladı, 2017 Berlin Uluslararası Film Festivali’nde ‘Generation Kplus’ ve ‘En İyi İlk Film’ kategorilerinde kazandığı ödüllerin ardından İspanya’nın o seneki Yabancı Dilde En İyi Film Oscar aday adayı oldu. Pandemi dolayısıyla yapım süreci aksamaya uğrayan Alcarrás ise 2022 Berlinale’den Altın Ayı Büyük Ödülü ile ayrılan ilk Katalanca film olma şansını yakaladı. Süslü kelimeleri takip eden çok sayıda ödül ve görsel efektin insan değerini belirlediği bir dönemin büyüsünü yaşıyor olmasına rağmen Carla, katıldığı etkinliklerde sergilediği tüm içtenliğiyle ‘ödüllü bir yönetmen’ olarak değil, anlatılacak hikâyelerin ve keşfedilecek dünyaların heyecanını hâlâ içinde taşıyan bir sanatçı olarak karşımızda beliriverdi.
Yapay zekânın gelişimiyle birlikte insan eli değmeden ortaya çıkan orijinal hikâyelerin dolaşıma girebildiği bir döneme tanıklık ediyoruz. Bir senaryo metnini dahi storyboard’laştırabilen, onu animasyona dönüştürebilen yapay zekânın yaygınlaştığı zamanlar. İnsanların ona yedirdiği veriyi yeterince analiz eden yapay zekânın ortaya çıkardığı senaryoyu CGI ile hareketli imaja dönüştürmek, ekrana (neredeyse) tamamen insan eli değmemiş bir eser yansıtmak mümkün. İnsan katkısının geri çekildiği bir ortamda insanlara özgü hikâyeler anlatma fikri sizin kulağınıza asıl geliyor? Bir yapay zekâ ile birlikte sanatsal üretim yapmak ister miydiniz?
Umuyorum ki böyle bir teknoloji gelişirse, insanların izlediği tek şey bu olmaz. Çünkü bu işi insanlarla birlikte yapmak benim için çok önemli. Bana kalırsa sinemanın en güzel yanı, bir şeyleri ne kadar kontrol etmek isterseniz isteyin sürecin gelişimini tamamiyle kontrol altına alamamanız, ve sonunda yakalamaya değer bir görüntünün kameraya yansıması. Programlanmış bir konseptte her şey kontrol altında olacağından dolayı bu organik duyguyu yakalayamazsınız. İnsanların arasında gelişen duygular, oyuncuların arasında gelişen akış, çekim öncesi planlayabileceğiniz bir şey değil ve benim için işin en özel kısmı bu. Çekim sırasında senaryoda var olma- yan bir şey aniden kamera karşısında meydana gelebilir. İşte bu kâğıda dökülmeyen, doğaçlama kısımlar yakalamaya değer ve hayatın kendisini temsil ediyor. Asıl önemli olan bu. Evet, bahsettiğimiz teknolojik gelişmeler bazı hikâyelere fark katabilir, fakat insanı ve hayatı keşfettiğimiz, anlattığımız hikâyelerde durum çok daha karmaşık.
Parçası olduğunuz Women’s Tales projesine geri dönecek olursak, toplumun ve bu proje özelinde sinemanın kadın anlatılarına son dönemde giderek daha çok açılmasını nasıl yorumluyorsunuz? Sizce bu açıklığın içerdiği potansiyeller ve sınırlar neler?
Ben bunu tarihsel bir adaletsizliği düzeltmek olarak görüyorum. Sinema oldum olası erkek egemen bir sektördü ve hikâyeler her zaman erkeklerin perspektifinden anlatıldı. Ve sonunda kadınlar da sinema dünyasına giriş yapıyor. Eğer dünyanın yarısı isek, bu aynı zamanda anlatılacak hikâyelerin de yarısı olduğumuz anlamına gelir. Daha tam olarak istediğimiz noktada değiliz, daha çok çalışmamız gerekiyor ama doğru bir yoldayız ve o yolda ilerliyoruz. Sadece kadın yönetmenler değil aynı zamanda kadın hikâye anlatıcıları olmamız çok önemli hem kadınları hem de erkekleri temsiliyetimiz açısından. Erkeklerin kadın karakterleri yazma biçiminden dolayı hep şikâyet ediyoruz, ve unutmamalıyız ki bizim erkekleri temsil etme biçimimiz de aynı şekilde önem arz ediyor. Film sektöründeki kadınlar olarak bazen kendi aramızda hep aynı cinsiyet temelli sorulara cevap vermekten ne kadar sıkıldığımızı konuşuyoruz. Evet bu çok yorucu fakat gelecek nesillerin önünü açmak, onlara bu soruların ötesini gösterebilmek için her zaman yanıt vermemiz gerekiyor.
is a large format international biannual magazine from Istanbul. Focusing on arts, culture and society, each issue tackles various universal subjects within a distinct theme.
Adres
Karaköy Tarihi Un Değirmeni Binası, Kemankeş Mahallesi, Ali Paşa Değirmen Sokak 16, 34425, Karaköy Istanbul, Turkey
+90 212 232 4288
contact@212magazine.com
is a large format international biannual magazine from Istanbul. Focusing on arts, culture and society, each issue tackles various universal subjects within a distinct theme.
Adres
Karaköy Tarihi Un Değirmeni Binası, Kemankeş Mahallesi, Ali Paşa Değirmen Sokak 16, 34425, Karaköy Istanbul, Turkey
+90 212 232 4288
contact@212magazine.com
is a large format international biannual magazine from Istanbul. Focusing on arts, culture and society, each issue tackles various universal subjects within a distinct theme.
Adres
Karaköy Tarihi Un Değirmeni Binası, Kemankeş Mahallesi, Ali Paşa Değirmen Sokak 16, 34425, Karaköy Istanbul, Turkey
+90 212 232 4288
contact@212magazine.com