PETER SARSGAARD İLE 'HATIR' ÜZERİNE

RÖPORTAJ MERVE ARKUNLAR

Öncelikle Venedik Film Festivali’nde Memory için aldığınız En İyi Erkek Oyuncu Ödülü için tebrikler. Bu filmin bir parçası olmak nasıldı?

Yani böyle bir  filmde yer alma deneyimi uzun zamandır istediğim bir şeydi. Neredeyse ne istediğimi tam olarak biliyordum. Nasıl bir aktör olmak istediğimi uzun zamandır biliyordum ama bunu tam anlamıyla yapabileceğim bir yer yoktu. Çünkü, her şeyden önce Michel [Franco], sadece tek bir kamera kullanarak film çekme yoluyla bir aktör olarak size çok fazla güç veriyor. Yani her şeyi biz kontrol ediyoruz, zamanı biz kontrol ediyoruz. Sahneleri kısaltamaz ya da uzatamaz. Çoğundan siz sorumlusunuz. Ve onun istediği şey derin, çok derin bir gerçeklik duygusuydu. Oyunculuğa ilk başladığımda, üniversitedeyken, bir öğretmenimle konuşmamı hatırlıyorum, Anna Pileggi’yle,  "Gerçeğe asla ulaşamayacağımı hissediyorum" demiştim. Çünkü özünde bu doğru değil. Mesela [gülüyor] bu koşullarda olduğum doğru değil, bu kişi olduğum doğru değil. Ve aslında neredeyse psikotik ya da başka bir şey olmam ve farklı bir ruh hâline girmem gerektiğini düşünüyordum. Bunu yaparken zaman içinde öğrendiğim şey, bu filmde yapabildiğim şey, sanki şu anda sizin için mevcutmuş gibi. Sanki bir rüyaya girmenize gerek yokmuş gibi. Şu anda içindeyiz, ikimiz de içindeyiz. Bu filmden bir sahne olabilir. Zaman içinde bir oyuncu olarak peşinde olduğum asıl şeyin ne olduğunu daha iyi anladım. Asıl gerçek, yani psikotik olmamak, sette aksanınızı yaparak dolaşmamak ya da karşınızdaki aktrisle ilişkinizin romantik bir ilişki olması, mesela bu filmde romantik bir ilişki var, ve insanların yaptığı diğer tüm şeyler, içimdeki gerçeğin daha derin, farklı bir duygusu. Bu film ortaya çıktığında, bunca yıldan sonra bazı şeyleri bir araya getirmiş oldum. Ve düşündüm ki, bu tam da bahsettiğim şeyi yapabileceğim bir tuval.                         

Yakın zamanda verdiğiniz birkaç röportajı izledim. Ve onlardan birinde "Bana göre oyunculuk, yaparken gerçekten kolay hissettirmeli." diyorsunuz.  Peki Saul karakterini canlandırmak sizin için nasıl bir deneyimdi?

Peter: [Gülüyor] Yani bir bardağa su koymak gibi hissettiren bir şey için ödül kazanmak komik. Ama böyle hissettirmesi gerektiğini düşünüyorum. Bazen bir oyuncunun performansını izlerim. Çünkü bence normalde ödül verdiğimiz performansların çoğunda oyuncu birçok şey yapmıştır; kilo almıştır, aksan yapmıştır, burun takmıştır, sonra da biz ona ödül veririz. Ve şöyle düşünürüz: Vay canına, bu gerçekten zor görünüyor. Bunu nasıl yaptıklarını hayal bile edemiyorum, kendileri gibi görünmüyorlar, orada aktörü göremiyorum. Buna bir seviyede saygı duyuyorum ama aynı zamanda ortaya çıktığını gördüğüm, kendi içlerine giren, kendilerini sunan tüm aktör jenerasyonuna da derinden saygı duyuyorum. Hitler'i ya da Rahibe Theresa'yı oynuyor olsalar bile, yine de özünde kendileri oluyorlar. 

Jessica Chastain'in harika bir suç ortağı olduğunu düşünüyorum. Set hayatınız nasıldı?

Pek bir set hayatımız yoktu aslında. Yani sette vakit geçiriyordum. Sanırım insanların etrafında olmak isteyen çok yalnız bir karakteri canlandırdığım için. Dediğim gibi, Saul’un koşullarında Saul olmak gibi değil ama bir süre karakterin koşullarında yaşarsanız, koşulları hissetmeye başlarsınız. Jessica da dünyadan kendini soyutlamış birini oynuyordu. İşe gelirdi ve nazik bir şekilde merhabalaşırdık. Ama duruşumuzu bozmazdık. Odalarımıza çekilirdik. Ben de olabildiğince hızlı hazırlanırdım ki bu iki saniye sürerdi. Film için saçımı bile taramazdım. Kıyafetlerimle aşağı inerdim ve dışarıda durup ekiple sohbet ederdim, takılırdım ve onun aşağı inmesini beklerdim. Onunla sette sadece sahneleri çekerken iletişim kurardık ve sahneler hakkında nadiren konuşurduk, sadece sahneler çalışmıyorsa. Çoğu zaman sadece "Tamam, harika. Hadi yapalım" derdik. O kendi işini yapardı, ben kendi işimi yapardım. Kamerayı nereye koyacağımıza karar verirdik ve birkaç kez çektikten sonra bir sonraki sahneye geçerdik. Kolay dediğim bu işte.   

Evet.

Basitçe, sadece oynuyorum.  Yani ilişkinin ekranda geliştiğini görüyorsunuz. Sanırım Hollywood'un diğer romantik filmlerinden alışık olduğumuz, oyuncular arasındaki ilişkinin büyük kısmının ekran dışında kurgulandığı öğeler bu filmde yok. Ve bunu ortaya çıkarıyorlar ve siz de "Vay canına, bu iki insan birbirini gerçekten seviyor, bu iki insan muhtemelen seks yapıyor" diye düşünüyorsunuz.  Birbirimizi tanımaya başladığımızı görüyorsunuz, garip olan şey, yani elimi uzatmak zorunda kalmam, kendimi Pepé Le Pew gibi hissettim, Pepé Le Pew'i tanıyor musunuz bilmiyorum.

Biliyorum.

Bir kokarca, bir kedinin peşinde ve asla durmuyor. Sanki kilitli bir kasanın içindeydi ve ben de sürekli onu açmaya çalışıyordum. Sessiz ve yumuşak olmak zorundasın. Ama bazen vuruyorsun, zorluyorsun ve sonra anlıyorsun ki o bir canlı.

Senaryoyu ilk okuduğunuzda sizi en çok etkileyen replik, diyalog ya da sahne hangisiydi acaba? Hatırlıyor musunuz?

Kütükte oturduğumuz sahneyi sevmemiştim ve o sahneyi okuduğumda neredeyse senaryoyu okumayı bırakıyordum. Kötü yazılmış olduğundan değil ama "Ah, bu filmin konusu buymuş" diye düşündüğüm için. Bu yüzden o repliği okuduğumu çok net hatırlıyorum. Size eklediğimiz ve benim için önemli bir repliğe dönüşen bir yeri söyleyeceğim, ama belki de sadece benim için. Son sahnede söylenen replikler, doğaçlama demeyeceğim çünkü onları o anda bulduk ama sonra söyledik [gülüyor]. Oturdum ve "Tamam" dedim, içeri girdim ve oynadım. Aslında bir de "Bana anlattıklarını yazabilir miyim?" dediğim bir sahne var. [Jessica Chastain] Bana travmalarını anlatıyordu. Böylece anlattıklarını daha sonra hatırlayabilecektim. Gerçekten hayır demesini istemiştim ama o evet dedi. Hayır demesini istemiştim, böylece bana "Sana travmamı anlattım ve bunu bir kenara bırakacağım çünkü yarın anlattıklarımı hatırlamayacaksın. Değil mi? Ve bu harika olacak." diyebilecekti. Ama o evet dedi. Sonra düşündüm ve dedim ki, ama defterime bakmayı hatırlamıyorum ve on dakika önce bakmış olsaydım ve onunla sohbet etseydim, ona travma geçirmiş biri gibi davranmazdım. Ve bence bu ilginç bir fikir, bilirsiniz, birinin travmasını kabul etmek ama sonra hayatlarının geri kalanında onlara sürekli bir kurban gibi davranmamak. Onlara değişmeleri için bir şans vermek. Büyürken çok farklı yerlerde yaşamış biri olduğum için, bunun faydalarından birinin de her yerde kendinizi yeniden tanımlayabilmek olduğunu düşünüyorum. Çünkü siz kimseniz osunuz, ne hissettiğinize ve tüm bunlara bağlı olarak. Ama aynı zamanda herkesin size her zaman yansıttığı şeylerden dolayı. Yani herkes "O kadar da zeki değil, babası onu dövüyor" diyorsa. Bilirsiniz, o iyi bir futbol oyuncusu, birkaç yıl önce bacağını kırdı, bu yüzden artık gerçekten bir futbolcu değil. Ama sen hala futbolcusun. İnsanları tanımlama şeklimiz daraltıcı. Bu da kafamda bir düşünce zinciri yarattı. Bu sahneyi ve cümleyi düşündüğümde.

Demans hastalığıyla mücadele eden bir adamı canlandırdınız, sizin yaşlanma ve yaş alma deneyiminiz nasıldı ve şu anda kendinizde en çok neyi seviyorsunuz ve neden? 

Biliyor musunuz, son dört ay içinde fiziksel olarak çok iyi bir duruma geldim. Ama bu filmi çekerken, gerçekten kötü bir sırt sakatlığı geçirdim ve bu dönemde oynadığım birkaç rolde de vardı, buna kayınbiraderimle birlikte yapacağımız TV programı da dahil. Ve onu kullanmak zorundaydım. Saul'un o filmde yürüdüğü şekilde yürümesi gibi, çünkü bacaklarımdan biri diğeri kadar ileri gidemiyordu. Sanırım artık yaşlanma deneyimim şöyle ki, evet, fiziksel olarak bu zorluklarla karşılaşıyorsunuz. Zihinsel olarak zorluklarla karşılaşıyorsunuz. Herkesin ölmeye başladığı bir yaşa gelmek gibi zorluklarla karşılaşıyorsunuz. Ama eğer bunları atlatır ve bunlardan bir şeyler öğrenirseniz, bilmiyorum, belki de kendimi gerçekten iyimser hissediyorum çünkü artık kendi pantolonumu yardıma ihtiyaç olmadan giyebiliyorum. Ve çok daha fazlasını yapabilirim. İnanılmaz derecede iyi hissediyorum. Düzeltmek için çok çalışmam gerekti. 

Aslında sırtımda bir sakatlık var ve bir kayropraktöre gidiyorum. Ve neredeyse 40 yaşındayım. Seni hissedebiliyorum.

Evet, vücudunuzu güçlü hale getirmelisiniz. Bu dünyada yaptığımız şeylerin çoğu, alışılmadık bir pozisyonda otururken küçük bir ekrana bakmak. Hepimiz mahvoluyoruz. Sadece insanlara bakarsanız, herkesin C şeklinde olmaya başladığını görürsünüz. Evet, bu bir salgın. Son büyük salgın avcı-toplayıcı olmayı bırakıp çiftçiliğe başladığımızda ortaya çıktı çünkü çiftçilik yıpratıcı bir iş. O dönemdeki fosil kayıtlarına bakarsanız her yerde sırt problemleri olduğunu görürsünüz. Yani bu ikinci dalga. Dikkat, cep telefonları. 

Hafıza sizin için ne ifade ediyor? Sizce zaman ve hafıza doğrusal olarak mı yoksa döngüsel olarak mı işliyor? 

Yani, kişisel olarak sorumlu hissettiğim tek an bu an. Hayatımdaki diğer tüm anlardan. Çocuklarım her zaman, geçen gün dediğimi, asla dün, iki gün önce ya da önceki hafta demediğimi söylerler. Benim için ya geçmiş ya da gelecek ve benim için geçmişteki olayların, onları hatırlama biçimimin geçmişte ne kadar geriye gittikleriyle hiçbir ilgisi yok. Aslında bunu geçenlerde bir röportajda da söyledim. Hedda Gobler'de beni izleyen bir akrabamı hatırlıyordum. Üniversitede Ejlert Løvborg'u oynamıştım. Beni daha önce hiç rol yaparken görmemişti. Daha önce kimse beni rol yaparken görmemişti. Üniversitede tiyatroya başladım ve bir arabada oturuyorduk. O ön koltukta yolcu tarafındaydı, ben de arkada oturuyordum ve bana dönüp dedi ki, Peter, sen aktör değilsin. Bir aktör Mel Gibson gibi görünür. Aynada kendine bak.  Bazen birinin söylediği bir şeydir, bazen de keşke söylemeseydim dediğiniz bir şeydir. Mesela geçen sonbaharda olan ve birine keşke söylemeseydim dediğim bir cümleyi söylediğim anı düşünebiliyorum. Sadece çok kısa bir cümle. Korkunç bir şey değil ama zihnim bunu tekrar tekrar yaşıyor. Sanırım hafıza en iyi hitleri tutuyor ve geri kalanı da içinden bir şeyler çıkarmaya çalıştığınız bir tür dağınıklığa dönüşüyor. Ama bu çok zor. 

O halde son bir soru. Müzik insanı olduğunuzu biliyorum. Aslında hem sizin hem de Maggie'nin evinde pek çok enstrümanın bulunduğu harika bir müzik odası var.  Ve bildiğim kadarıyla Maggie theremin çalıyor ve sizin de bir piyanonuz var, değil mi?  A Whiter Shade of Pale'in bu filmde yer aldığını düşündüğümde, bunun sizi etkilemiş olması gerektiğine inanıyorum. Peki Maggie ve sizin için unutulmaz bir şarkı ne olurdu? 

Maggie ve ben aslında ilişkimizde aynı müzikleri dinlediğimizi oldukça geç fark ettik. Mesela, Sinéad O'Connor'ın Lion and the Cobra albümü çıktığında ikimiz de ona hayrandık. O albüm çıktığında kendimi o kadına ruhsal olarak bağlı hissettim, onunla vakit geçirmek istedim. Bu yüzden Maggie’yle ikimiz de onun tüm şarkılarının sözlerini biliyorduk ve birbirimize söyleyip duruyorduk.

Çocuklarım bu sözlerin hepsini biliyor ama daha sıra dışı olanlar da var, mesela Michelle Shocked adında bir kadın var. Oldukça radikal biriydi ve hala etrafta ama artık çok fazla albüm yapmıyor. Onun albümlerini bulmak zor. Albümünün adı Short, Sharp, Shocked'dı ve radikal biriydi, tutuklanırdı, sınırsız bir dünyaya inanırdı, kendini gerçekten tehlikeye atardı ve başı bir sürü belaya girmişti. Ama hikâyenin sonunu bilmiyorum, sadece başını. Sonra Maggie’yle tanıştık ve o albümdeki her bir şarkıyı söyleyebileceğimizi fark ettik, bilirsiniz, sadece hit olan şarkıyı değil, sanırım Anchored down in Anchorage, Anchorage, Alaska'ydı, ama her şarkıyı biliyoruz. Buyrun size koca bir albüm. 

Sırtınıza dikkat edin. Squat, bol bol squat. 


MEMORY, ŞİMDİ MUBI'DE, detaylı bilgi için tıklayınız.

MUBI ve Peter Sarsgaard'a teşekkürler.

PETER SARSGAARD İLE 'HATIR' ÜZERİNE

RÖPORTAJ MERVE ARKUNLAR

Öncelikle Venedik Film Festivali’nde Memory için aldığınız En İyi Erkek Oyuncu Ödülü için tebrikler. Bu filmin bir parçası olmak nasıldı?

Yani böyle bir  filmde yer alma deneyimi uzun zamandır istediğim bir şeydi. Neredeyse ne istediğimi tam olarak biliyordum. Nasıl bir aktör olmak istediğimi uzun zamandır biliyordum ama bunu tam anlamıyla yapabileceğim bir yer yoktu. Çünkü, her şeyden önce Michel [Franco], sadece tek bir kamera kullanarak film çekme yoluyla bir aktör olarak size çok fazla güç veriyor. Yani her şeyi biz kontrol ediyoruz, zamanı biz kontrol ediyoruz. Sahneleri kısaltamaz ya da uzatamaz. Çoğundan siz sorumlusunuz. Ve onun istediği şey derin, çok derin bir gerçeklik duygusuydu. Oyunculuğa ilk başladığımda, üniversitedeyken, bir öğretmenimle konuşmamı hatırlıyorum, Anna Pileggi’yle,  "Gerçeğe asla ulaşamayacağımı hissediyorum" demiştim. Çünkü özünde bu doğru değil. Mesela [gülüyor] bu koşullarda olduğum doğru değil, bu kişi olduğum doğru değil. Ve aslında neredeyse psikotik ya da başka bir şey olmam ve farklı bir ruh hâline girmem gerektiğini düşünüyordum. Bunu yaparken zaman içinde öğrendiğim şey, bu filmde yapabildiğim şey, sanki şu anda sizin için mevcutmuş gibi. Sanki bir rüyaya girmenize gerek yokmuş gibi. Şu anda içindeyiz, ikimiz de içindeyiz. Bu filmden bir sahne olabilir. Zaman içinde bir oyuncu olarak peşinde olduğum asıl şeyin ne olduğunu daha iyi anladım. Asıl gerçek, yani psikotik olmamak, sette aksanınızı yaparak dolaşmamak ya da karşınızdaki aktrisle ilişkinizin romantik bir ilişki olması, mesela bu filmde romantik bir ilişki var, ve insanların yaptığı diğer tüm şeyler, içimdeki gerçeğin daha derin, farklı bir duygusu. Bu film ortaya çıktığında, bunca yıldan sonra bazı şeyleri bir araya getirmiş oldum. Ve düşündüm ki, bu tam da bahsettiğim şeyi yapabileceğim bir tuval.                         

Yakın zamanda verdiğiniz birkaç röportajı izledim. Ve onlardan birinde "Bana göre oyunculuk, yaparken gerçekten kolay hissettirmeli." diyorsunuz.  Peki Saul karakterini canlandırmak sizin için nasıl bir deneyimdi?

Peter: [Gülüyor] Yani bir bardağa su koymak gibi hissettiren bir şey için ödül kazanmak komik. Ama böyle hissettirmesi gerektiğini düşünüyorum. Bazen bir oyuncunun performansını izlerim. Çünkü bence normalde ödül verdiğimiz performansların çoğunda oyuncu birçok şey yapmıştır; kilo almıştır, aksan yapmıştır, burun takmıştır, sonra da biz ona ödül veririz. Ve şöyle düşünürüz: Vay canına, bu gerçekten zor görünüyor. Bunu nasıl yaptıklarını hayal bile edemiyorum, kendileri gibi görünmüyorlar, orada aktörü göremiyorum. Buna bir seviyede saygı duyuyorum ama aynı zamanda ortaya çıktığını gördüğüm, kendi içlerine giren, kendilerini sunan tüm aktör jenerasyonuna da derinden saygı duyuyorum. Hitler'i ya da Rahibe Theresa'yı oynuyor olsalar bile, yine de özünde kendileri oluyorlar. 

Jessica Chastain'in harika bir suç ortağı olduğunu düşünüyorum. Set hayatınız nasıldı?

Pek bir set hayatımız yoktu aslında. Yani sette vakit geçiriyordum. Sanırım insanların etrafında olmak isteyen çok yalnız bir karakteri canlandırdığım için. Dediğim gibi, Saul’un koşullarında Saul olmak gibi değil ama bir süre karakterin koşullarında yaşarsanız, koşulları hissetmeye başlarsınız. Jessica da dünyadan kendini soyutlamış birini oynuyordu. İşe gelirdi ve nazik bir şekilde merhabalaşırdık. Ama duruşumuzu bozmazdık. Odalarımıza çekilirdik. Ben de olabildiğince hızlı hazırlanırdım ki bu iki saniye sürerdi. Film için saçımı bile taramazdım. Kıyafetlerimle aşağı inerdim ve dışarıda durup ekiple sohbet ederdim, takılırdım ve onun aşağı inmesini beklerdim. Onunla sette sadece sahneleri çekerken iletişim kurardık ve sahneler hakkında nadiren konuşurduk, sadece sahneler çalışmıyorsa. Çoğu zaman sadece "Tamam, harika. Hadi yapalım" derdik. O kendi işini yapardı, ben kendi işimi yapardım. Kamerayı nereye koyacağımıza karar verirdik ve birkaç kez çektikten sonra bir sonraki sahneye geçerdik. Kolay dediğim bu işte.   

Evet.

Basitçe, sadece oynuyorum.  Yani ilişkinin ekranda geliştiğini görüyorsunuz. Sanırım Hollywood'un diğer romantik filmlerinden alışık olduğumuz, oyuncular arasındaki ilişkinin büyük kısmının ekran dışında kurgulandığı öğeler bu filmde yok. Ve bunu ortaya çıkarıyorlar ve siz de "Vay canına, bu iki insan birbirini gerçekten seviyor, bu iki insan muhtemelen seks yapıyor" diye düşünüyorsunuz.  Birbirimizi tanımaya başladığımızı görüyorsunuz, garip olan şey, yani elimi uzatmak zorunda kalmam, kendimi Pepé Le Pew gibi hissettim, Pepé Le Pew'i tanıyor musunuz bilmiyorum.

Biliyorum.

Bir kokarca, bir kedinin peşinde ve asla durmuyor. Sanki kilitli bir kasanın içindeydi ve ben de sürekli onu açmaya çalışıyordum. Sessiz ve yumuşak olmak zorundasın. Ama bazen vuruyorsun, zorluyorsun ve sonra anlıyorsun ki o bir canlı.

Senaryoyu ilk okuduğunuzda sizi en çok etkileyen replik, diyalog ya da sahne hangisiydi acaba? Hatırlıyor musunuz?

Kütükte oturduğumuz sahneyi sevmemiştim ve o sahneyi okuduğumda neredeyse senaryoyu okumayı bırakıyordum. Kötü yazılmış olduğundan değil ama "Ah, bu filmin konusu buymuş" diye düşündüğüm için. Bu yüzden o repliği okuduğumu çok net hatırlıyorum. Size eklediğimiz ve benim için önemli bir repliğe dönüşen bir yeri söyleyeceğim, ama belki de sadece benim için. Son sahnede söylenen replikler, doğaçlama demeyeceğim çünkü onları o anda bulduk ama sonra söyledik [gülüyor]. Oturdum ve "Tamam" dedim, içeri girdim ve oynadım. Aslında bir de "Bana anlattıklarını yazabilir miyim?" dediğim bir sahne var. [Jessica Chastain] Bana travmalarını anlatıyordu. Böylece anlattıklarını daha sonra hatırlayabilecektim. Gerçekten hayır demesini istemiştim ama o evet dedi. Hayır demesini istemiştim, böylece bana "Sana travmamı anlattım ve bunu bir kenara bırakacağım çünkü yarın anlattıklarımı hatırlamayacaksın. Değil mi? Ve bu harika olacak." diyebilecekti. Ama o evet dedi. Sonra düşündüm ve dedim ki, ama defterime bakmayı hatırlamıyorum ve on dakika önce bakmış olsaydım ve onunla sohbet etseydim, ona travma geçirmiş biri gibi davranmazdım. Ve bence bu ilginç bir fikir, bilirsiniz, birinin travmasını kabul etmek ama sonra hayatlarının geri kalanında onlara sürekli bir kurban gibi davranmamak. Onlara değişmeleri için bir şans vermek. Büyürken çok farklı yerlerde yaşamış biri olduğum için, bunun faydalarından birinin de her yerde kendinizi yeniden tanımlayabilmek olduğunu düşünüyorum. Çünkü siz kimseniz osunuz, ne hissettiğinize ve tüm bunlara bağlı olarak. Ama aynı zamanda herkesin size her zaman yansıttığı şeylerden dolayı. Yani herkes "O kadar da zeki değil, babası onu dövüyor" diyorsa. Bilirsiniz, o iyi bir futbol oyuncusu, birkaç yıl önce bacağını kırdı, bu yüzden artık gerçekten bir futbolcu değil. Ama sen hala futbolcusun. İnsanları tanımlama şeklimiz daraltıcı. Bu da kafamda bir düşünce zinciri yarattı. Bu sahneyi ve cümleyi düşündüğümde.

Demans hastalığıyla mücadele eden bir adamı canlandırdınız, sizin yaşlanma ve yaş alma deneyiminiz nasıldı ve şu anda kendinizde en çok neyi seviyorsunuz ve neden? 

Biliyor musunuz, son dört ay içinde fiziksel olarak çok iyi bir duruma geldim. Ama bu filmi çekerken, gerçekten kötü bir sırt sakatlığı geçirdim ve bu dönemde oynadığım birkaç rolde de vardı, buna kayınbiraderimle birlikte yapacağımız TV programı da dahil. Ve onu kullanmak zorundaydım. Saul'un o filmde yürüdüğü şekilde yürümesi gibi, çünkü bacaklarımdan biri diğeri kadar ileri gidemiyordu. Sanırım artık yaşlanma deneyimim şöyle ki, evet, fiziksel olarak bu zorluklarla karşılaşıyorsunuz. Zihinsel olarak zorluklarla karşılaşıyorsunuz. Herkesin ölmeye başladığı bir yaşa gelmek gibi zorluklarla karşılaşıyorsunuz. Ama eğer bunları atlatır ve bunlardan bir şeyler öğrenirseniz, bilmiyorum, belki de kendimi gerçekten iyimser hissediyorum çünkü artık kendi pantolonumu yardıma ihtiyaç olmadan giyebiliyorum. Ve çok daha fazlasını yapabilirim. İnanılmaz derecede iyi hissediyorum. Düzeltmek için çok çalışmam gerekti. 

Aslında sırtımda bir sakatlık var ve bir kayropraktöre gidiyorum. Ve neredeyse 40 yaşındayım. Seni hissedebiliyorum.

Evet, vücudunuzu güçlü hale getirmelisiniz. Bu dünyada yaptığımız şeylerin çoğu, alışılmadık bir pozisyonda otururken küçük bir ekrana bakmak. Hepimiz mahvoluyoruz. Sadece insanlara bakarsanız, herkesin C şeklinde olmaya başladığını görürsünüz. Evet, bu bir salgın. Son büyük salgın avcı-toplayıcı olmayı bırakıp çiftçiliğe başladığımızda ortaya çıktı çünkü çiftçilik yıpratıcı bir iş. O dönemdeki fosil kayıtlarına bakarsanız her yerde sırt problemleri olduğunu görürsünüz. Yani bu ikinci dalga. Dikkat, cep telefonları. 

Hafıza sizin için ne ifade ediyor? Sizce zaman ve hafıza doğrusal olarak mı yoksa döngüsel olarak mı işliyor? 

Yani, kişisel olarak sorumlu hissettiğim tek an bu an. Hayatımdaki diğer tüm anlardan. Çocuklarım her zaman, geçen gün dediğimi, asla dün, iki gün önce ya da önceki hafta demediğimi söylerler. Benim için ya geçmiş ya da gelecek ve benim için geçmişteki olayların, onları hatırlama biçimimin geçmişte ne kadar geriye gittikleriyle hiçbir ilgisi yok. Aslında bunu geçenlerde bir röportajda da söyledim. Hedda Gobler'de beni izleyen bir akrabamı hatırlıyordum. Üniversitede Ejlert Løvborg'u oynamıştım. Beni daha önce hiç rol yaparken görmemişti. Daha önce kimse beni rol yaparken görmemişti. Üniversitede tiyatroya başladım ve bir arabada oturuyorduk. O ön koltukta yolcu tarafındaydı, ben de arkada oturuyordum ve bana dönüp dedi ki, Peter, sen aktör değilsin. Bir aktör Mel Gibson gibi görünür. Aynada kendine bak.  Bazen birinin söylediği bir şeydir, bazen de keşke söylemeseydim dediğiniz bir şeydir. Mesela geçen sonbaharda olan ve birine keşke söylemeseydim dediğim bir cümleyi söylediğim anı düşünebiliyorum. Sadece çok kısa bir cümle. Korkunç bir şey değil ama zihnim bunu tekrar tekrar yaşıyor. Sanırım hafıza en iyi hitleri tutuyor ve geri kalanı da içinden bir şeyler çıkarmaya çalıştığınız bir tür dağınıklığa dönüşüyor. Ama bu çok zor. 

O halde son bir soru. Müzik insanı olduğunuzu biliyorum. Aslında hem sizin hem de Maggie'nin evinde pek çok enstrümanın bulunduğu harika bir müzik odası var.  Ve bildiğim kadarıyla Maggie theremin çalıyor ve sizin de bir piyanonuz var, değil mi?  A Whiter Shade of Pale'in bu filmde yer aldığını düşündüğümde, bunun sizi etkilemiş olması gerektiğine inanıyorum. Peki Maggie ve sizin için unutulmaz bir şarkı ne olurdu? 

Maggie ve ben aslında ilişkimizde aynı müzikleri dinlediğimizi oldukça geç fark ettik. Mesela, Sinéad O'Connor'ın Lion and the Cobra albümü çıktığında ikimiz de ona hayrandık. O albüm çıktığında kendimi o kadına ruhsal olarak bağlı hissettim, onunla vakit geçirmek istedim. Bu yüzden Maggie’yle ikimiz de onun tüm şarkılarının sözlerini biliyorduk ve birbirimize söyleyip duruyorduk.

Çocuklarım bu sözlerin hepsini biliyor ama daha sıra dışı olanlar da var, mesela Michelle Shocked adında bir kadın var. Oldukça radikal biriydi ve hala etrafta ama artık çok fazla albüm yapmıyor. Onun albümlerini bulmak zor. Albümünün adı Short, Sharp, Shocked'dı ve radikal biriydi, tutuklanırdı, sınırsız bir dünyaya inanırdı, kendini gerçekten tehlikeye atardı ve başı bir sürü belaya girmişti. Ama hikâyenin sonunu bilmiyorum, sadece başını. Sonra Maggie’yle tanıştık ve o albümdeki her bir şarkıyı söyleyebileceğimizi fark ettik, bilirsiniz, sadece hit olan şarkıyı değil, sanırım Anchored down in Anchorage, Anchorage, Alaska'ydı, ama her şarkıyı biliyoruz. Buyrun size koca bir albüm. 

Sırtınıza dikkat edin. Squat, bol bol squat. 


MEMORY, ŞİMDİ MUBI'DE, detaylı bilgi için tıklayınız.

MUBI ve Peter Sarsgaard'a teşekkürler.

PETER SARSGAARD İLE 'HATIR' ÜZERİNE

RÖPORTAJ MERVE ARKUNLAR

Öncelikle Venedik Film Festivali’nde Memory için aldığınız En İyi Erkek Oyuncu Ödülü için tebrikler. Bu filmin bir parçası olmak nasıldı?

Yani böyle bir  filmde yer alma deneyimi uzun zamandır istediğim bir şeydi. Neredeyse ne istediğimi tam olarak biliyordum. Nasıl bir aktör olmak istediğimi uzun zamandır biliyordum ama bunu tam anlamıyla yapabileceğim bir yer yoktu. Çünkü, her şeyden önce Michel [Franco], sadece tek bir kamera kullanarak film çekme yoluyla bir aktör olarak size çok fazla güç veriyor. Yani her şeyi biz kontrol ediyoruz, zamanı biz kontrol ediyoruz. Sahneleri kısaltamaz ya da uzatamaz. Çoğundan siz sorumlusunuz. Ve onun istediği şey derin, çok derin bir gerçeklik duygusuydu. Oyunculuğa ilk başladığımda, üniversitedeyken, bir öğretmenimle konuşmamı hatırlıyorum, Anna Pileggi’yle,  "Gerçeğe asla ulaşamayacağımı hissediyorum" demiştim. Çünkü özünde bu doğru değil. Mesela [gülüyor] bu koşullarda olduğum doğru değil, bu kişi olduğum doğru değil. Ve aslında neredeyse psikotik ya da başka bir şey olmam ve farklı bir ruh hâline girmem gerektiğini düşünüyordum. Bunu yaparken zaman içinde öğrendiğim şey, bu filmde yapabildiğim şey, sanki şu anda sizin için mevcutmuş gibi. Sanki bir rüyaya girmenize gerek yokmuş gibi. Şu anda içindeyiz, ikimiz de içindeyiz. Bu filmden bir sahne olabilir. Zaman içinde bir oyuncu olarak peşinde olduğum asıl şeyin ne olduğunu daha iyi anladım. Asıl gerçek, yani psikotik olmamak, sette aksanınızı yaparak dolaşmamak ya da karşınızdaki aktrisle ilişkinizin romantik bir ilişki olması, mesela bu filmde romantik bir ilişki var, ve insanların yaptığı diğer tüm şeyler, içimdeki gerçeğin daha derin, farklı bir duygusu. Bu film ortaya çıktığında, bunca yıldan sonra bazı şeyleri bir araya getirmiş oldum. Ve düşündüm ki, bu tam da bahsettiğim şeyi yapabileceğim bir tuval.                         

Yakın zamanda verdiğiniz birkaç röportajı izledim. Ve onlardan birinde "Bana göre oyunculuk, yaparken gerçekten kolay hissettirmeli." diyorsunuz.  Peki Saul karakterini canlandırmak sizin için nasıl bir deneyimdi?

Peter: [Gülüyor] Yani bir bardağa su koymak gibi hissettiren bir şey için ödül kazanmak komik. Ama böyle hissettirmesi gerektiğini düşünüyorum. Bazen bir oyuncunun performansını izlerim. Çünkü bence normalde ödül verdiğimiz performansların çoğunda oyuncu birçok şey yapmıştır; kilo almıştır, aksan yapmıştır, burun takmıştır, sonra da biz ona ödül veririz. Ve şöyle düşünürüz: Vay canına, bu gerçekten zor görünüyor. Bunu nasıl yaptıklarını hayal bile edemiyorum, kendileri gibi görünmüyorlar, orada aktörü göremiyorum. Buna bir seviyede saygı duyuyorum ama aynı zamanda ortaya çıktığını gördüğüm, kendi içlerine giren, kendilerini sunan tüm aktör jenerasyonuna da derinden saygı duyuyorum. Hitler'i ya da Rahibe Theresa'yı oynuyor olsalar bile, yine de özünde kendileri oluyorlar. 

Jessica Chastain'in harika bir suç ortağı olduğunu düşünüyorum. Set hayatınız nasıldı?

Pek bir set hayatımız yoktu aslında. Yani sette vakit geçiriyordum. Sanırım insanların etrafında olmak isteyen çok yalnız bir karakteri canlandırdığım için. Dediğim gibi, Saul’un koşullarında Saul olmak gibi değil ama bir süre karakterin koşullarında yaşarsanız, koşulları hissetmeye başlarsınız. Jessica da dünyadan kendini soyutlamış birini oynuyordu. İşe gelirdi ve nazik bir şekilde merhabalaşırdık. Ama duruşumuzu bozmazdık. Odalarımıza çekilirdik. Ben de olabildiğince hızlı hazırlanırdım ki bu iki saniye sürerdi. Film için saçımı bile taramazdım. Kıyafetlerimle aşağı inerdim ve dışarıda durup ekiple sohbet ederdim, takılırdım ve onun aşağı inmesini beklerdim. Onunla sette sadece sahneleri çekerken iletişim kurardık ve sahneler hakkında nadiren konuşurduk, sadece sahneler çalışmıyorsa. Çoğu zaman sadece "Tamam, harika. Hadi yapalım" derdik. O kendi işini yapardı, ben kendi işimi yapardım. Kamerayı nereye koyacağımıza karar verirdik ve birkaç kez çektikten sonra bir sonraki sahneye geçerdik. Kolay dediğim bu işte.   

Evet.

Basitçe, sadece oynuyorum.  Yani ilişkinin ekranda geliştiğini görüyorsunuz. Sanırım Hollywood'un diğer romantik filmlerinden alışık olduğumuz, oyuncular arasındaki ilişkinin büyük kısmının ekran dışında kurgulandığı öğeler bu filmde yok. Ve bunu ortaya çıkarıyorlar ve siz de "Vay canına, bu iki insan birbirini gerçekten seviyor, bu iki insan muhtemelen seks yapıyor" diye düşünüyorsunuz.  Birbirimizi tanımaya başladığımızı görüyorsunuz, garip olan şey, yani elimi uzatmak zorunda kalmam, kendimi Pepé Le Pew gibi hissettim, Pepé Le Pew'i tanıyor musunuz bilmiyorum.

Biliyorum.

Bir kokarca, bir kedinin peşinde ve asla durmuyor. Sanki kilitli bir kasanın içindeydi ve ben de sürekli onu açmaya çalışıyordum. Sessiz ve yumuşak olmak zorundasın. Ama bazen vuruyorsun, zorluyorsun ve sonra anlıyorsun ki o bir canlı.

Senaryoyu ilk okuduğunuzda sizi en çok etkileyen replik, diyalog ya da sahne hangisiydi acaba? Hatırlıyor musunuz?

Kütükte oturduğumuz sahneyi sevmemiştim ve o sahneyi okuduğumda neredeyse senaryoyu okumayı bırakıyordum. Kötü yazılmış olduğundan değil ama "Ah, bu filmin konusu buymuş" diye düşündüğüm için. Bu yüzden o repliği okuduğumu çok net hatırlıyorum. Size eklediğimiz ve benim için önemli bir repliğe dönüşen bir yeri söyleyeceğim, ama belki de sadece benim için. Son sahnede söylenen replikler, doğaçlama demeyeceğim çünkü onları o anda bulduk ama sonra söyledik [gülüyor]. Oturdum ve "Tamam" dedim, içeri girdim ve oynadım. Aslında bir de "Bana anlattıklarını yazabilir miyim?" dediğim bir sahne var. [Jessica Chastain] Bana travmalarını anlatıyordu. Böylece anlattıklarını daha sonra hatırlayabilecektim. Gerçekten hayır demesini istemiştim ama o evet dedi. Hayır demesini istemiştim, böylece bana "Sana travmamı anlattım ve bunu bir kenara bırakacağım çünkü yarın anlattıklarımı hatırlamayacaksın. Değil mi? Ve bu harika olacak." diyebilecekti. Ama o evet dedi. Sonra düşündüm ve dedim ki, ama defterime bakmayı hatırlamıyorum ve on dakika önce bakmış olsaydım ve onunla sohbet etseydim, ona travma geçirmiş biri gibi davranmazdım. Ve bence bu ilginç bir fikir, bilirsiniz, birinin travmasını kabul etmek ama sonra hayatlarının geri kalanında onlara sürekli bir kurban gibi davranmamak. Onlara değişmeleri için bir şans vermek. Büyürken çok farklı yerlerde yaşamış biri olduğum için, bunun faydalarından birinin de her yerde kendinizi yeniden tanımlayabilmek olduğunu düşünüyorum. Çünkü siz kimseniz osunuz, ne hissettiğinize ve tüm bunlara bağlı olarak. Ama aynı zamanda herkesin size her zaman yansıttığı şeylerden dolayı. Yani herkes "O kadar da zeki değil, babası onu dövüyor" diyorsa. Bilirsiniz, o iyi bir futbol oyuncusu, birkaç yıl önce bacağını kırdı, bu yüzden artık gerçekten bir futbolcu değil. Ama sen hala futbolcusun. İnsanları tanımlama şeklimiz daraltıcı. Bu da kafamda bir düşünce zinciri yarattı. Bu sahneyi ve cümleyi düşündüğümde.

Demans hastalığıyla mücadele eden bir adamı canlandırdınız, sizin yaşlanma ve yaş alma deneyiminiz nasıldı ve şu anda kendinizde en çok neyi seviyorsunuz ve neden? 

Biliyor musunuz, son dört ay içinde fiziksel olarak çok iyi bir duruma geldim. Ama bu filmi çekerken, gerçekten kötü bir sırt sakatlığı geçirdim ve bu dönemde oynadığım birkaç rolde de vardı, buna kayınbiraderimle birlikte yapacağımız TV programı da dahil. Ve onu kullanmak zorundaydım. Saul'un o filmde yürüdüğü şekilde yürümesi gibi, çünkü bacaklarımdan biri diğeri kadar ileri gidemiyordu. Sanırım artık yaşlanma deneyimim şöyle ki, evet, fiziksel olarak bu zorluklarla karşılaşıyorsunuz. Zihinsel olarak zorluklarla karşılaşıyorsunuz. Herkesin ölmeye başladığı bir yaşa gelmek gibi zorluklarla karşılaşıyorsunuz. Ama eğer bunları atlatır ve bunlardan bir şeyler öğrenirseniz, bilmiyorum, belki de kendimi gerçekten iyimser hissediyorum çünkü artık kendi pantolonumu yardıma ihtiyaç olmadan giyebiliyorum. Ve çok daha fazlasını yapabilirim. İnanılmaz derecede iyi hissediyorum. Düzeltmek için çok çalışmam gerekti. 

Aslında sırtımda bir sakatlık var ve bir kayropraktöre gidiyorum. Ve neredeyse 40 yaşındayım. Seni hissedebiliyorum.

Evet, vücudunuzu güçlü hale getirmelisiniz. Bu dünyada yaptığımız şeylerin çoğu, alışılmadık bir pozisyonda otururken küçük bir ekrana bakmak. Hepimiz mahvoluyoruz. Sadece insanlara bakarsanız, herkesin C şeklinde olmaya başladığını görürsünüz. Evet, bu bir salgın. Son büyük salgın avcı-toplayıcı olmayı bırakıp çiftçiliğe başladığımızda ortaya çıktı çünkü çiftçilik yıpratıcı bir iş. O dönemdeki fosil kayıtlarına bakarsanız her yerde sırt problemleri olduğunu görürsünüz. Yani bu ikinci dalga. Dikkat, cep telefonları. 

Hafıza sizin için ne ifade ediyor? Sizce zaman ve hafıza doğrusal olarak mı yoksa döngüsel olarak mı işliyor? 

Yani, kişisel olarak sorumlu hissettiğim tek an bu an. Hayatımdaki diğer tüm anlardan. Çocuklarım her zaman, geçen gün dediğimi, asla dün, iki gün önce ya da önceki hafta demediğimi söylerler. Benim için ya geçmiş ya da gelecek ve benim için geçmişteki olayların, onları hatırlama biçimimin geçmişte ne kadar geriye gittikleriyle hiçbir ilgisi yok. Aslında bunu geçenlerde bir röportajda da söyledim. Hedda Gobler'de beni izleyen bir akrabamı hatırlıyordum. Üniversitede Ejlert Løvborg'u oynamıştım. Beni daha önce hiç rol yaparken görmemişti. Daha önce kimse beni rol yaparken görmemişti. Üniversitede tiyatroya başladım ve bir arabada oturuyorduk. O ön koltukta yolcu tarafındaydı, ben de arkada oturuyordum ve bana dönüp dedi ki, Peter, sen aktör değilsin. Bir aktör Mel Gibson gibi görünür. Aynada kendine bak.  Bazen birinin söylediği bir şeydir, bazen de keşke söylemeseydim dediğiniz bir şeydir. Mesela geçen sonbaharda olan ve birine keşke söylemeseydim dediğim bir cümleyi söylediğim anı düşünebiliyorum. Sadece çok kısa bir cümle. Korkunç bir şey değil ama zihnim bunu tekrar tekrar yaşıyor. Sanırım hafıza en iyi hitleri tutuyor ve geri kalanı da içinden bir şeyler çıkarmaya çalıştığınız bir tür dağınıklığa dönüşüyor. Ama bu çok zor. 

O halde son bir soru. Müzik insanı olduğunuzu biliyorum. Aslında hem sizin hem de Maggie'nin evinde pek çok enstrümanın bulunduğu harika bir müzik odası var.  Ve bildiğim kadarıyla Maggie theremin çalıyor ve sizin de bir piyanonuz var, değil mi?  A Whiter Shade of Pale'in bu filmde yer aldığını düşündüğümde, bunun sizi etkilemiş olması gerektiğine inanıyorum. Peki Maggie ve sizin için unutulmaz bir şarkı ne olurdu? 

Maggie ve ben aslında ilişkimizde aynı müzikleri dinlediğimizi oldukça geç fark ettik. Mesela, Sinéad O'Connor'ın Lion and the Cobra albümü çıktığında ikimiz de ona hayrandık. O albüm çıktığında kendimi o kadına ruhsal olarak bağlı hissettim, onunla vakit geçirmek istedim. Bu yüzden Maggie’yle ikimiz de onun tüm şarkılarının sözlerini biliyorduk ve birbirimize söyleyip duruyorduk.

Çocuklarım bu sözlerin hepsini biliyor ama daha sıra dışı olanlar da var, mesela Michelle Shocked adında bir kadın var. Oldukça radikal biriydi ve hala etrafta ama artık çok fazla albüm yapmıyor. Onun albümlerini bulmak zor. Albümünün adı Short, Sharp, Shocked'dı ve radikal biriydi, tutuklanırdı, sınırsız bir dünyaya inanırdı, kendini gerçekten tehlikeye atardı ve başı bir sürü belaya girmişti. Ama hikâyenin sonunu bilmiyorum, sadece başını. Sonra Maggie’yle tanıştık ve o albümdeki her bir şarkıyı söyleyebileceğimizi fark ettik, bilirsiniz, sadece hit olan şarkıyı değil, sanırım Anchored down in Anchorage, Anchorage, Alaska'ydı, ama her şarkıyı biliyoruz. Buyrun size koca bir albüm. 

Sırtınıza dikkat edin. Squat, bol bol squat. 


MEMORY, ŞİMDİ MUBI'DE, detaylı bilgi için tıklayınız.

MUBI ve Peter Sarsgaard'a teşekkürler.

CURA

18

ŞİMDİ SATIŞTA

is a large format international biannual magazine from Istanbul. Focusing on arts, culture and society, each issue tackles various universal subjects within a distinct theme.

Adres

Karaköy Tarihi Un Değirmeni Binası, Kemankeş Mahallesi, Ali Paşa Değirmen Sokak 16, 34425, Karaköy Istanbul, Turkey

+90 212 232 4288

contact@212magazine.com

CURA

18

ŞİMDİ SATIŞTA

is a large format international biannual magazine from Istanbul. Focusing on arts, culture and society, each issue tackles various universal subjects within a distinct theme.

Adres

Karaköy Tarihi Un Değirmeni Binası, Kemankeş Mahallesi, Ali Paşa Değirmen Sokak 16, 34425, Karaköy Istanbul, Turkey

+90 212 232 4288

contact@212magazine.com

CURA

18

ŞİMDİ SATIŞTA

is a large format international biannual magazine from Istanbul. Focusing on arts, culture and society, each issue tackles various universal subjects within a distinct theme.

Adres

Karaköy Tarihi Un Değirmeni Binası, Kemankeş Mahallesi, Ali Paşa Değirmen Sokak 16, 34425, Karaköy Istanbul, Turkey

+90 212 232 4288

contact@212magazine.com