Backstage Dreams

Eric James Guillemain'in ilk monografisi

“Kayıt" ve “Kestik” arasında kalan sessiz anların tartışmasız büyüleyici bir yanı vardır; göz kamaştırıcı bir setin parıltısının ardındaki kısa duraklamalar, çoğu zaman fark edilmeden gelip geçen anlar… Fotoğrafçı Eric James Guillemain’in Backstage Dreams adlı ilk monografisi tam da bu anları yakalıyor. Damiani tarafından Nisan 2025’te yayımlanacak olan kitap, sahne arkasının büyüsüne samimi bir bakış sunuyor.

Guillemain, 15 yılı aşkın süredir film ve moda dünyasının sessiz bir gözlemcisi olarak, zamanımızın en ünlü oyuncu ve figürlerinin doğal anlarını fotoğraflıyor. Alışık olduğumuz o cilalı ve kusursuz set fotoğraflarının aksine, onun fotoğrafları kameraların kayıtta olmadığı anları kovalıyor; oyuncuların gardlarını indirdiği, sessizliğin kısa bir süreliğine “Kestik” ve “Kayıt” arasındaki boşluğu doldurduğu o büyülü anları...

Backstage Dreams’i farklı kılan şey, izleyiciyi adeta içeriden biri gibi hissettirmesi; oyuncuların rol ile kendi benlikleri arasında gidip geldiği anlar ve ince geçişlerin içine nazikçe adım atma fırsatı sunması. Kitap, performans ile gerçeklik arasındaki çizgileri açığa çıkaran siyah-beyaz fotoğraflarla dolu. Oyuncuların sahneye çıkmadan önce kendi iç dünyalarına çekildiği, kostümlerini düzelttiği, senaryolarını gözden geçirdiği ve ekip ile anlar paylaştığı çok katmanlı bir set ekosisteminin inceliklerini gözler önüne seriyor.

Guillemain çalışmalarını şöyle anlatıyor:

"İyi bir fotoğraf her an yakalanabilir. Ya oturup bir kahve içer ve ‘action’ı beklersiniz ya da oturmazsınız, kahve de içmezsiniz. Kameranızı alır, ortalıkta dolaşır ve olacaklara kendinizi açarsınız.” İşte bu ruh, Backstage Dreams’in her sayfasında hissediliyor.

Fas’ta doğup Paris’te büyüyen Eric James Guillemain, 2002 yılında New York’a taşındı ve efsanevi fotoğrafçı Peter Lindbergh’in asistanı olarak kariyerine başladı. Başlangıçta ani bir sahne arkası görevi olarak başlayan bu yolculuk, zamanla onun kariyerini şekillendiren bir dönüm noktasına dönüştü. O günden bu yana dünyayı dolaşarak etkileyici manzaralardan ikonik isimlere kadar pek çok sahneyi yakaladı. Onun doğal ve duygusal tarzı, fotoğraflarındaki insanlarla izleyici arasında güçlü bir bağ kuruyor.

Backstage Dreams, fotoğraf tutkunları, sinema meraklıları ve sahne arkasındaki anlatılmamış hikâyelerden büyülenen herkes için vazgeçilmez bir eser. Sadece bir fotoğraf koleksiyonu değil; sahne arkasının özünü ve güzelliğinin keșfine bir davet…

Sessiz bir gözlemci olarak sette çalışırken, set hakkında kuşbakışı bir perspektif kazanırken iç işleyişine de yakından tanık olma fırsatı da yakalıyorsunuz—hatta belki de prodüksiyonun doğrudan içinde yer alanlardan bile fazla. Setin ritmini, ifade edilmeyenleri, insanların yaratıcı süreçlerinde içinde kaybolduğu sessiz anları gözlemliyorsunuz. Bu kendine has gözlem biçimi sinema ve fotoğrafçılık anlayışınızı nasıl şekillendirdi? Görsellerinizle hikâye anlatma şeklinizi etkilediğini düşünüyor musunuz?

İnsanları fotoğraflamaya yeni başladığım dönemde karşılaştığım ilk problem samimiyet meselesiydi. Gerek benim gerek karşımdakinin tavırlarında bir yapaylık hissediliyordu, sanki kayda değer bir şey yaratma niyetiyle lekelenmiş gibi. Bu anlamda çıraklık dönemimde sahne arkası fotoğrafçısı olarak çalışmam, neyin tehlikede olduğuna dair anlayışımı şekillendirmede gerçekten yardımcı oldu. Yaratım sürecinin içine fazla dâhil olmadan gözlemleyebilmenin ne kadar kıymetli olduğunu anladım. 

Sanırım bir yaratıcıdan ziyade, daha çok göze batmayan bir gözlemci olmam, işe karşı daha yumuşak bir yaklaşım benimsememi sağladı. 

Bu durum bana Michelangelo’nun mermer bir blok içinde bir melek görüp onu serbest bırakmasıyla ilgili ünlü sözünü hatırlatıyor. Sette çok fazla gerginlik, çok fazla niyet veya beklenti olması, katı ve aşılması zor bir engel gibi hissedilebiliyor. Asıl amaç bir şeyi zorla var etmek değil, zaten halihazırda orada olanı açığa çıkarmak.

Bu yüzden her zaman çevremin farkında olarak sadece bakmayı ve tanıklık etmeyi seçtim. Sanırım bu kitap da tam olarak bu bakış açısını bu görme biçimini yansıtıyor.

Bu kitaba bakanların ne hissetmesini, ne almasını umuyorsunuz? 

Öncelikle, huzurlu bir görsel ve zihinsel yolculuğa çıkmalarını isterim. Ama aynı zamanda bu kitap bir mise-en-abîme ; bakan bir göz olarak ben kendimi gözlemliyorum ve ve umarım izleyici de karşılığında beni gözlemler. Bu fotoğraflarda kendimden çok şey var. Sahne arkası yalnızca bir mekân değil; bakış açısını ve kendi hikâyemi belgelemenin bir metaforu aynı zamanda.

Sahne arkasında fotoğraf çekerken sizi en çok çeken duygular ve ya anlar neler?

Bekleyiş anları, iç gözlemin gizemi, kenarda duran kameralar ya da henüz kullanılmamış ekipmanlar… Bir insan eli müdahale etmeden önce ışıkta var olma biçimleri beni büyülüyor. Ve kitabımın başlığına da bir gönderme yaparak söylemek gerekirse, ben aslında hayale kapılmayı seviyorum. İnsanın hizasında kalmak, gösterişten uzak olmak, benim için asıl büyüleyici olan şey. Eve Arnold’ın objektifinden düşüncelere dalmış Marilyn Monroe ya da bir Ozu filminde sigara içen yalnız bir adam… Gençliğimde beni en çok etkileyen imgeler bunlardı. Sanırım hâlâ beni çeken dünya da bu.

Peter Lindbergh’in asistanlığını yaparak başladınız. Bu deneyim fotoğraf tarzınızı nasıl etkiledi?

Bir keresinde onunla tanışıp çalışmanın punk sahnesine tanıklık etmek gibi olduğunu söylemiştim. Onu görüyorsunuz ve anında harekete geçiyorsunuz. Konseptler ya da teknik gösteriler kimin umurunda? Fotoğraf aniden bir ihtiyaç, bir zorunluluk haline geliyor ve her şey mümkünmüş gibi hissediyorsunuz. Peter bana her şeyden önce temel bir özgüven kazandırdı. Eğer ortaya bir tarz çıktıysa, bu sadece işin kremasıdır.

Backstage Dreams

Eric James Guillemain'in ilk monografisi

“Kayıt" ve “Kestik” arasında kalan sessiz anların tartışmasız büyüleyici bir yanı vardır; göz kamaştırıcı bir setin parıltısının ardındaki kısa duraklamalar, çoğu zaman fark edilmeden gelip geçen anlar… Fotoğrafçı Eric James Guillemain’in Backstage Dreams adlı ilk monografisi tam da bu anları yakalıyor. Damiani tarafından Nisan 2025’te yayımlanacak olan kitap, sahne arkasının büyüsüne samimi bir bakış sunuyor.

Guillemain, 15 yılı aşkın süredir film ve moda dünyasının sessiz bir gözlemcisi olarak, zamanımızın en ünlü oyuncu ve figürlerinin doğal anlarını fotoğraflıyor. Alışık olduğumuz o cilalı ve kusursuz set fotoğraflarının aksine, onun fotoğrafları kameraların kayıtta olmadığı anları kovalıyor; oyuncuların gardlarını indirdiği, sessizliğin kısa bir süreliğine “Kestik” ve “Kayıt” arasındaki boşluğu doldurduğu o büyülü anları...

Backstage Dreams’i farklı kılan şey, izleyiciyi adeta içeriden biri gibi hissettirmesi; oyuncuların rol ile kendi benlikleri arasında gidip geldiği anlar ve ince geçişlerin içine nazikçe adım atma fırsatı sunması. Kitap, performans ile gerçeklik arasındaki çizgileri açığa çıkaran siyah-beyaz fotoğraflarla dolu. Oyuncuların sahneye çıkmadan önce kendi iç dünyalarına çekildiği, kostümlerini düzelttiği, senaryolarını gözden geçirdiği ve ekip ile anlar paylaştığı çok katmanlı bir set ekosisteminin inceliklerini gözler önüne seriyor.

Guillemain çalışmalarını şöyle anlatıyor:

"İyi bir fotoğraf her an yakalanabilir. Ya oturup bir kahve içer ve ‘action’ı beklersiniz ya da oturmazsınız, kahve de içmezsiniz. Kameranızı alır, ortalıkta dolaşır ve olacaklara kendinizi açarsınız.” İşte bu ruh, Backstage Dreams’in her sayfasında hissediliyor.

Fas’ta doğup Paris’te büyüyen Eric James Guillemain, 2002 yılında New York’a taşındı ve efsanevi fotoğrafçı Peter Lindbergh’in asistanı olarak kariyerine başladı. Başlangıçta ani bir sahne arkası görevi olarak başlayan bu yolculuk, zamanla onun kariyerini şekillendiren bir dönüm noktasına dönüştü. O günden bu yana dünyayı dolaşarak etkileyici manzaralardan ikonik isimlere kadar pek çok sahneyi yakaladı. Onun doğal ve duygusal tarzı, fotoğraflarındaki insanlarla izleyici arasında güçlü bir bağ kuruyor.

Backstage Dreams, fotoğraf tutkunları, sinema meraklıları ve sahne arkasındaki anlatılmamış hikâyelerden büyülenen herkes için vazgeçilmez bir eser. Sadece bir fotoğraf koleksiyonu değil; sahne arkasının özünü ve güzelliğinin keșfine bir davet…

Sessiz bir gözlemci olarak sette çalışırken, set hakkında kuşbakışı bir perspektif kazanırken iç işleyişine de yakından tanık olma fırsatı da yakalıyorsunuz—hatta belki de prodüksiyonun doğrudan içinde yer alanlardan bile fazla. Setin ritmini, ifade edilmeyenleri, insanların yaratıcı süreçlerinde içinde kaybolduğu sessiz anları gözlemliyorsunuz. Bu kendine has gözlem biçimi sinema ve fotoğrafçılık anlayışınızı nasıl şekillendirdi? Görsellerinizle hikâye anlatma şeklinizi etkilediğini düşünüyor musunuz?

İnsanları fotoğraflamaya yeni başladığım dönemde karşılaştığım ilk problem samimiyet meselesiydi. Gerek benim gerek karşımdakinin tavırlarında bir yapaylık hissediliyordu, sanki kayda değer bir şey yaratma niyetiyle lekelenmiş gibi. Bu anlamda çıraklık dönemimde sahne arkası fotoğrafçısı olarak çalışmam, neyin tehlikede olduğuna dair anlayışımı şekillendirmede gerçekten yardımcı oldu. Yaratım sürecinin içine fazla dâhil olmadan gözlemleyebilmenin ne kadar kıymetli olduğunu anladım. 

Sanırım bir yaratıcıdan ziyade, daha çok göze batmayan bir gözlemci olmam, işe karşı daha yumuşak bir yaklaşım benimsememi sağladı. 

Bu durum bana Michelangelo’nun mermer bir blok içinde bir melek görüp onu serbest bırakmasıyla ilgili ünlü sözünü hatırlatıyor. Sette çok fazla gerginlik, çok fazla niyet veya beklenti olması, katı ve aşılması zor bir engel gibi hissedilebiliyor. Asıl amaç bir şeyi zorla var etmek değil, zaten halihazırda orada olanı açığa çıkarmak.

Bu yüzden her zaman çevremin farkında olarak sadece bakmayı ve tanıklık etmeyi seçtim. Sanırım bu kitap da tam olarak bu bakış açısını bu görme biçimini yansıtıyor.

Bu kitaba bakanların ne hissetmesini, ne almasını umuyorsunuz? 

Öncelikle, huzurlu bir görsel ve zihinsel yolculuğa çıkmalarını isterim. Ama aynı zamanda bu kitap bir mise-en-abîme ; bakan bir göz olarak ben kendimi gözlemliyorum ve ve umarım izleyici de karşılığında beni gözlemler. Bu fotoğraflarda kendimden çok şey var. Sahne arkası yalnızca bir mekân değil; bakış açısını ve kendi hikâyemi belgelemenin bir metaforu aynı zamanda.

Sahne arkasında fotoğraf çekerken sizi en çok çeken duygular ve ya anlar neler?

Bekleyiş anları, iç gözlemin gizemi, kenarda duran kameralar ya da henüz kullanılmamış ekipmanlar… Bir insan eli müdahale etmeden önce ışıkta var olma biçimleri beni büyülüyor. Ve kitabımın başlığına da bir gönderme yaparak söylemek gerekirse, ben aslında hayale kapılmayı seviyorum. İnsanın hizasında kalmak, gösterişten uzak olmak, benim için asıl büyüleyici olan şey. Eve Arnold’ın objektifinden düşüncelere dalmış Marilyn Monroe ya da bir Ozu filminde sigara içen yalnız bir adam… Gençliğimde beni en çok etkileyen imgeler bunlardı. Sanırım hâlâ beni çeken dünya da bu.

Peter Lindbergh’in asistanlığını yaparak başladınız. Bu deneyim fotoğraf tarzınızı nasıl etkiledi?

Bir keresinde onunla tanışıp çalışmanın punk sahnesine tanıklık etmek gibi olduğunu söylemiştim. Onu görüyorsunuz ve anında harekete geçiyorsunuz. Konseptler ya da teknik gösteriler kimin umurunda? Fotoğraf aniden bir ihtiyaç, bir zorunluluk haline geliyor ve her şey mümkünmüş gibi hissediyorsunuz. Peter bana her şeyden önce temel bir özgüven kazandırdı. Eğer ortaya bir tarz çıktıysa, bu sadece işin kremasıdır.

Backstage Dreams

Eric James Guillemain'in ilk monografisi

“Kayıt" ve “Kestik” arasında kalan sessiz anların tartışmasız büyüleyici bir yanı vardır; göz kamaştırıcı bir setin parıltısının ardındaki kısa duraklamalar, çoğu zaman fark edilmeden gelip geçen anlar… Fotoğrafçı Eric James Guillemain’in Backstage Dreams adlı ilk monografisi tam da bu anları yakalıyor. Damiani tarafından Nisan 2025’te yayımlanacak olan kitap, sahne arkasının büyüsüne samimi bir bakış sunuyor.

Guillemain, 15 yılı aşkın süredir film ve moda dünyasının sessiz bir gözlemcisi olarak, zamanımızın en ünlü oyuncu ve figürlerinin doğal anlarını fotoğraflıyor. Alışık olduğumuz o cilalı ve kusursuz set fotoğraflarının aksine, onun fotoğrafları kameraların kayıtta olmadığı anları kovalıyor; oyuncuların gardlarını indirdiği, sessizliğin kısa bir süreliğine “Kestik” ve “Kayıt” arasındaki boşluğu doldurduğu o büyülü anları...

Backstage Dreams’i farklı kılan şey, izleyiciyi adeta içeriden biri gibi hissettirmesi; oyuncuların rol ile kendi benlikleri arasında gidip geldiği anlar ve ince geçişlerin içine nazikçe adım atma fırsatı sunması. Kitap, performans ile gerçeklik arasındaki çizgileri açığa çıkaran siyah-beyaz fotoğraflarla dolu. Oyuncuların sahneye çıkmadan önce kendi iç dünyalarına çekildiği, kostümlerini düzelttiği, senaryolarını gözden geçirdiği ve ekip ile anlar paylaştığı çok katmanlı bir set ekosisteminin inceliklerini gözler önüne seriyor.

Guillemain çalışmalarını şöyle anlatıyor:

"İyi bir fotoğraf her an yakalanabilir. Ya oturup bir kahve içer ve ‘action’ı beklersiniz ya da oturmazsınız, kahve de içmezsiniz. Kameranızı alır, ortalıkta dolaşır ve olacaklara kendinizi açarsınız.” İşte bu ruh, Backstage Dreams’in her sayfasında hissediliyor.

Fas’ta doğup Paris’te büyüyen Eric James Guillemain, 2002 yılında New York’a taşındı ve efsanevi fotoğrafçı Peter Lindbergh’in asistanı olarak kariyerine başladı. Başlangıçta ani bir sahne arkası görevi olarak başlayan bu yolculuk, zamanla onun kariyerini şekillendiren bir dönüm noktasına dönüştü. O günden bu yana dünyayı dolaşarak etkileyici manzaralardan ikonik isimlere kadar pek çok sahneyi yakaladı. Onun doğal ve duygusal tarzı, fotoğraflarındaki insanlarla izleyici arasında güçlü bir bağ kuruyor.

Backstage Dreams, fotoğraf tutkunları, sinema meraklıları ve sahne arkasındaki anlatılmamış hikâyelerden büyülenen herkes için vazgeçilmez bir eser. Sadece bir fotoğraf koleksiyonu değil; sahne arkasının özünü ve güzelliğinin keșfine bir davet…

Sessiz bir gözlemci olarak sette çalışırken, set hakkında kuşbakışı bir perspektif kazanırken iç işleyişine de yakından tanık olma fırsatı da yakalıyorsunuz—hatta belki de prodüksiyonun doğrudan içinde yer alanlardan bile fazla. Setin ritmini, ifade edilmeyenleri, insanların yaratıcı süreçlerinde içinde kaybolduğu sessiz anları gözlemliyorsunuz. Bu kendine has gözlem biçimi sinema ve fotoğrafçılık anlayışınızı nasıl şekillendirdi? Görsellerinizle hikâye anlatma şeklinizi etkilediğini düşünüyor musunuz?

İnsanları fotoğraflamaya yeni başladığım dönemde karşılaştığım ilk problem samimiyet meselesiydi. Gerek benim gerek karşımdakinin tavırlarında bir yapaylık hissediliyordu, sanki kayda değer bir şey yaratma niyetiyle lekelenmiş gibi. Bu anlamda çıraklık dönemimde sahne arkası fotoğrafçısı olarak çalışmam, neyin tehlikede olduğuna dair anlayışımı şekillendirmede gerçekten yardımcı oldu. Yaratım sürecinin içine fazla dâhil olmadan gözlemleyebilmenin ne kadar kıymetli olduğunu anladım. 

Sanırım bir yaratıcıdan ziyade, daha çok göze batmayan bir gözlemci olmam, işe karşı daha yumuşak bir yaklaşım benimsememi sağladı. 

Bu durum bana Michelangelo’nun mermer bir blok içinde bir melek görüp onu serbest bırakmasıyla ilgili ünlü sözünü hatırlatıyor. Sette çok fazla gerginlik, çok fazla niyet veya beklenti olması, katı ve aşılması zor bir engel gibi hissedilebiliyor. Asıl amaç bir şeyi zorla var etmek değil, zaten halihazırda orada olanı açığa çıkarmak.

Bu yüzden her zaman çevremin farkında olarak sadece bakmayı ve tanıklık etmeyi seçtim. Sanırım bu kitap da tam olarak bu bakış açısını bu görme biçimini yansıtıyor.

Bu kitaba bakanların ne hissetmesini, ne almasını umuyorsunuz? 

Öncelikle, huzurlu bir görsel ve zihinsel yolculuğa çıkmalarını isterim. Ama aynı zamanda bu kitap bir mise-en-abîme ; bakan bir göz olarak ben kendimi gözlemliyorum ve ve umarım izleyici de karşılığında beni gözlemler. Bu fotoğraflarda kendimden çok şey var. Sahne arkası yalnızca bir mekân değil; bakış açısını ve kendi hikâyemi belgelemenin bir metaforu aynı zamanda.

Sahne arkasında fotoğraf çekerken sizi en çok çeken duygular ve ya anlar neler?

Bekleyiş anları, iç gözlemin gizemi, kenarda duran kameralar ya da henüz kullanılmamış ekipmanlar… Bir insan eli müdahale etmeden önce ışıkta var olma biçimleri beni büyülüyor. Ve kitabımın başlığına da bir gönderme yaparak söylemek gerekirse, ben aslında hayale kapılmayı seviyorum. İnsanın hizasında kalmak, gösterişten uzak olmak, benim için asıl büyüleyici olan şey. Eve Arnold’ın objektifinden düşüncelere dalmış Marilyn Monroe ya da bir Ozu filminde sigara içen yalnız bir adam… Gençliğimde beni en çok etkileyen imgeler bunlardı. Sanırım hâlâ beni çeken dünya da bu.

Peter Lindbergh’in asistanlığını yaparak başladınız. Bu deneyim fotoğraf tarzınızı nasıl etkiledi?

Bir keresinde onunla tanışıp çalışmanın punk sahnesine tanıklık etmek gibi olduğunu söylemiştim. Onu görüyorsunuz ve anında harekete geçiyorsunuz. Konseptler ya da teknik gösteriler kimin umurunda? Fotoğraf aniden bir ihtiyaç, bir zorunluluk haline geliyor ve her şey mümkünmüş gibi hissediyorsunuz. Peter bana her şeyden önce temel bir özgüven kazandırdı. Eğer ortaya bir tarz çıktıysa, bu sadece işin kremasıdır.

AUTHENTIKÓS

19

ŞİMDİ SATIŞTA

is a large format international biannual magazine from Istanbul. Focusing on arts, culture and society, each issue tackles various universal subjects within a distinct theme.

Adres

Karaköy Tarihi Un Değirmeni Binası, Kemankeş Mahallesi, Ali Paşa Değirmen Sokak 16, 34425, Karaköy Istanbul, Turkey

+90 212 232 4288

contact@212magazine.com

AUTHENTIKÓS

19

ŞİMDİ SATIŞTA

is a large format international biannual magazine from Istanbul. Focusing on arts, culture and society, each issue tackles various universal subjects within a distinct theme.

Adres

Karaköy Tarihi Un Değirmeni Binası, Kemankeş Mahallesi, Ali Paşa Değirmen Sokak 16, 34425, Karaköy Istanbul, Turkey

+90 212 232 4288

contact@212magazine.com

AUTHENTIKÓS

19

ŞİMDİ SATIŞTA

is a large format international biannual magazine from Istanbul. Focusing on arts, culture and society, each issue tackles various universal subjects within a distinct theme.

Adres

Karaköy Tarihi Un Değirmeni Binası, Kemankeş Mahallesi, Ali Paşa Değirmen Sokak 16, 34425, Karaköy Istanbul, Turkey

+90 212 232 4288

contact@212magazine.com